7 Ekim 2014 Salı

YUNANİSTAN’DA 11 GÜN. XANTHİ (İSKECE) THASSOS (TASOS) THESSALONİKİ (SELANİK) HALKİDİKİ (CHALKİDİKİ) VE KAVALA… 2. BÖLÜM

SELANİK (THESSALONİKİ)

25 Ağustos akşamı nihayet Selanik’teydik. Daha önceden rezerve ettiğimiz oteli, GPS sayesinde elimizle koymuş gibi bulduk. Planda, Selanik’in payına üç gün düşüyordu . Tıka basa dolu olan camper’i otelin önüne indirince, görevli temelli geldiğimizi düşünmüştür herhalde. İlk akşam otele yerleşme safhasından sonra kalan birkaç saat zamanımızı canlı müzik yapan bir yerde geçirmeyi tercih ettik. Nihayetinde taverna için dinlenmiş bir bünyeye ihtiyaç olacaktı.




Ertesi sabah kahvaltıdan sonra tam kadro şehri keşfe çıktık. İlk durağımız Aya Dimitros Katedrali. Burası şehrin merkezine çok yakın, mutlak görülmesi gereken tarihi bir yapı.



Sonrasında ise Selanik’in de merkezi olan Aristotales meydanı geliyor.


Atatürk evi müzesi ise bir sonraki noktamız. Burası yıllardır gelmeyi çok istediğim, şahsım adına çok özel bir yer. Kısa bir süre önce müzeye dönüştürülmüş evdeki bilgilendirme yazılarının tamamını okuyup, birlikte detayları inceledik.


Hayatımızdaki ufacık bir değişikliğin bizi depresyonlara soktuğu günümüz dünyasında, Mustafa Kemal’in neden “Büyük Adam” olduğuyla yüzleştiğimi hatırlıyorum o an. Sürgün, gurbet, savaş ve özlem.

VARDAR OVASI

MAYA DAĞDAN KALKAN KAZLAR
AL TOPULU BEYAZ KIZLAR
YARİMİN YÜREĞİ SIZLAR
EĞLENEMEM ALDANAMAM
BEN BU YERLERDE DURAMAM
VARDAR OVASI VARDAR OVASI
KAZANAMADIM SILA PARASI.


Atatürk’ün doğduğu bu küçük ev, Yunan topraklarında olmasına rağmen düşmanlıktan uzak, şehrin mütevazi bir köşesinde bulunuyor.


Selanik adını Büyük İskender’in kız kardeşinin ismi olan “Thessaloniki”’den alan, Türk’ler için Ata ve Nazım Hikmet ile bilinen bir şehir. Yunanistan’ın Atina’dan sonra ikinci büyük şehri. İstanbul’da olduğu gibi orada da Zenci istilası olduğundan bahsettiler, doğrudur. Selanik’in İzmir’e çok benzediği daima duyduğum bir şeydi fakat benim ortak gördüğüm tek tarafı ikisinin de öğrenci şehri olması. İzmir’de öyle bir kale yok, sahil ise bambaşka.


Gece saatlerinde barların arasından geçerken gördüğümüz yoğun kalabalık ise şehrin enerjinin yüksek olduğunu gösteriyor. Ayrıca barların gün doğmadan önce kapanmadığından da bahsettiler. Neyse ki sokakta bu kadar çok vakit geçirmek diğer dünya ülkelerine bulaşmadı çünkü Selanik için okuduğum seyehat blogları ekonominin iflas noktasına geldiğini ve gençlerin kırsala geri dönüş yaptıklarından bahsediyordu.


Sokaklarda dolaşırken adeta bir grafiti festivalinde gibi hissediyorsunuz. Muhtemelen yerel yönetimlerin yasaklamadığı bu sokak sanatının, şehre sanat anlamında güzel şeyler kattığını gördük. Hepsini izlemek de keyifliydi.


Öğleden sonra ise Kastra ismindeki Bizans kalesinin bulunduğu bölgeye tırmanıyoruz. Burası şehri tepeden, panoromik olarak izleyebileceğiniz bir nokta.


Eğer yaya olarak geziyorsanız, kaleye ulaşmak için birkaç kilometreyi tırmanmak gerekiyor. Kale için herhangi bir giriş ücreti ödemiyorsunuz ve içerisi bakımlı.

Dönüşte ise Frape molası veriyoruz. Frape Yunan halkı için bizdeki çay ne ise o demek.  Yani öyle kafelerde falan yapıldığını düşünmeyin her an herkesin elinde bir frape bardağı var. Çaycı çırağı dediğimiz o adam, o döner tepside frape taşıyor. Dönünce yapmak için tarifini öğrenmeye çalıştım fakat kreması ve sütü özel olduğu için Tr de tutturmak pek kolay değil.





Kaleden sahile doğru inince ise şehrin simgesi önümüze geldi. Beyaz kale.  Osmanlı buralarda iken zindan olarak kullanılıyormuş.


Sahil boyunca ise kafeler uzanıp gidiyor. Çok çok süper bir durumu yok.


Her yer kurtarılmayı bekleyen t2, Klasik Vespa, Mini’lerle dolu. İçim gitti hepsine.


İkinci gece ise uzun zaman unutamayacağımız bir anı olacak bizim için. Taverna. Ladadika denilen yer Selanik’in merkezindeki müzikli restoranların bulunduğu bir bölge. Beyoğlu gibi. Bütün gün asgari nüfusla yaşayan şehir, akşam olunca nereden geldiğini bilemediğimiz bir grup insanla doluveriyor. İskece’de de bunu yaşamıştım. Gündüz saatlerinde terkedilmiş gibi gözüken şehir, gece olunca genç, yaşlı, süslü püslü insanlarla doluveriyor. Eğlenmeye çok önem veriyor bu insanlar.


Kadınlar ve yemekler çok güzeldi. Kemancı ise Türkçe biliyormuş. Bizim için Türkçe müzikler yaptı. Yunan ezgileriyle çaldıkları müziklerde çok keyifliydi.


Üç arkadaşın doğum günüde Ağustos’a denk gelince, topluca aradan çıkardık.


Ve sonunda Selanik’ten ayrılma vakti gelmişti. İyisiyle, kötüsüyle unutamayacağımız şeyler yaşadık. Müstakbel balayı çiftimiz, Camper’in ufak tefek  sıkıntıları, dün geceki deniz mahsülleri ve otelin açık büfesindeki statik tabak hesapları…

HALKİDİKİ (CHALKİDİKİ)

Halkidiki bölgesi Yunan halkının hafta sonları kaçış noktası gibi. İzmir’in Çeşme’si yani. Bölge mızrağa benzer üç adadan oluşuyor. Solda ki Kassandra, Ortada ki Sithonia ve en sağdaki Athos. Athos kutsal değeri olan ve genelde rahiplerin yaşadığı bir bölge. Bizans, Osmanlı ve Yunan egemenlikleri boyunca bağımsız yaşamış. Bence dünyada kadınların olmadığı tek yer olması en önemli özelliği:).


Biz Sithonia yarım adasındaki  Armenistis Camping’i tercih ettik. Kamp alanı çok büyük olduğu için kayıt işlemlerinden sonra bir motorsikletli görevli tercihleri tek tek gösteriyor ve birini seçerek kayıt yaptırıyorsunuz.


Eksiği olmayan fazlası olan bir kamp alanı daha. Çekme-moto karavan cenneti. Ama Yunan halkında çekme karavancılık çok yerleşmiş bir alışkanlık. Hymer  ve daha nicelerini ise daha çok Orta Avrupa’dan gelen  Turistler kullanıyor. Dağ tepe yazlık yapmak yerine çekme karavanı brandayla büyütüp ormanlık alanları saz gibi kullanmış adamlar.  Bu bizim ülkemize göre çok daha ileri bir kültür.

İlk gün çadırlarımızı kuruyoruz ve denizin keyfini çıkartıyoruz. Gece plaj sohbetleri, sabah sporu, emektar Türk kadınının yemek mücadelesi…



İkinci gün ise İzmir’den 1200 km boyunca sabırla taşıdığımız gelinliklerle “Kaçak Gelin” konseptini uyguluyoruz. Kadınların rasyonel çalışmayan beyin yapısı nedeniyle henüz dibe vurmadık ama gelecek için hala umutluyuz. Tesadüfen orada tatil yapan bir düğün fotoğrafçısı yükümüzü bir miktar azalttı. Teşekkürler Asteris Makris Photography.











Çöp arabasına bile grafiti yapılır mı? Eğleniyor adamlar..



KANTINA. İstihbarat ajanı gibi her köşeden çıkıveriyorlar. Yeter ki satış yapacak bir popülasyon olsun. Cem Yılmaz’lık tam.


Genellikle yolun virajlı noktalarında olan bu küçük kiliseler, orada daha önce vefat eden kişilerin anısına yaptırılıyormuş. Bir çok yerde gördüğümüz kliselerin içerisinde ise bazen ölen kişinin fotoğrafı, bazen de hayat hikayesi yazıyor.

Tatilin son günlerine doğru hava birden bozuyor ve gökyüzü gri bulutlarla doluyor. Melankolik bir havaya bürünmeye hiç niyetimiz yok. Kavala’da hava hala güneşli. Oba toplanıyor ve bir sonraki adrese doğru yol almaya başlıyoruz.


KAVALA

Kavala Türk sınırına 150 km mesafede bulunan Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerden biri. Herkesin bildiği gibi kurabiyesi ile ünlüdür. Osmanlı döneminde idarenin en önemli merkezlerinden biri olan şehirde, birçok Osmanlı eseri bulunuyor. Zaten Kavala mahallesinde dolaşırken Cumalıkızık’da olduğu gibi Osmanlı mimarisiyle yapılmış ahşap evlere rastlıyorsunuz.




Sahiller ise ouzo ve balık için ayrılmış durumda. Menüler Türkçe.







Kavalalı Mehmet Paşa külliyesi şu an lüks bir otel olarak kullanılıyor.


Sosyallik bence budur..



Kavalalı Mehmet Ali Paşa..




 Kavala kurabiyesinin kilogramı 4 Euro gibiydi. Birkaç kilo aldım ama kalori bombası olduğu tadından belli olduğu için çok fazla yiyemedik.




Dostlarla son Frape..


Çil gibi Vespa’lar..


Güneş batmasıyla şehrin en güzel saatlerinin tadını çıkardık.
Ve dönüş yolunun kasveti. Uzun bir tatil sonrası ayakların gitmek istememesi.



2250 km, 11 gün.

İlk yurtdışı uzun yol tecrübem ve elli beygirin mutluluk için yetebileceği fikri.
Ümit ediyorum, sonraki yıllar içinde dostlarımızla yan yana olacağız ve bu dandik dünyanın keyif kısmıyla ilgileniyor olacağız.

Alev,Sercan, Fatoş, Kadir, Şebnem, Ali, Ferhat.. Ağustos 2014.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder