SELANİK
(THESSALONİKİ)
25
Ağustos akşamı nihayet Selanik’teydik. Daha önceden rezerve ettiğimiz oteli,
GPS sayesinde elimizle koymuş gibi bulduk. Planda, Selanik’in payına üç gün
düşüyordu . Tıka basa dolu olan camper’i otelin önüne indirince, görevli
temelli geldiğimizi düşünmüştür herhalde. İlk akşam otele yerleşme safhasından
sonra kalan birkaç saat zamanımızı canlı müzik yapan bir yerde geçirmeyi tercih
ettik. Nihayetinde taverna için dinlenmiş bir bünyeye ihtiyaç olacaktı.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra tam kadro şehri keşfe çıktık. İlk durağımız Aya Dimitros Katedrali. Burası şehrin merkezine çok yakın, mutlak görülmesi gereken tarihi bir yapı.
Sonrasında
ise Selanik’in de merkezi olan Aristotales meydanı geliyor.
Atatürk
evi müzesi ise bir sonraki noktamız. Burası yıllardır gelmeyi çok istediğim,
şahsım adına çok özel bir yer. Kısa bir süre önce müzeye dönüştürülmüş evdeki
bilgilendirme yazılarının tamamını okuyup, birlikte detayları inceledik.
Hayatımızdaki
ufacık bir değişikliğin bizi depresyonlara soktuğu günümüz dünyasında, Mustafa
Kemal’in neden “Büyük Adam” olduğuyla yüzleştiğimi hatırlıyorum o an. Sürgün,
gurbet, savaş ve özlem.
VARDAR OVASI
MAYA DAĞDAN KALKAN KAZLAR
AL TOPULU BEYAZ KIZLAR
YARİMİN YÜREĞİ SIZLAR
EĞLENEMEM ALDANAMAM
BEN BU YERLERDE DURAMAM
VARDAR OVASI VARDAR OVASI
KAZANAMADIM SILA PARASI.
MAYA DAĞDAN KALKAN KAZLAR
AL TOPULU BEYAZ KIZLAR
YARİMİN YÜREĞİ SIZLAR
EĞLENEMEM ALDANAMAM
BEN BU YERLERDE DURAMAM
VARDAR OVASI VARDAR OVASI
KAZANAMADIM SILA PARASI.
Atatürk’ün
doğduğu bu küçük ev, Yunan topraklarında olmasına rağmen düşmanlıktan uzak,
şehrin mütevazi bir köşesinde bulunuyor.
Selanik
adını Büyük İskender’in kız kardeşinin ismi olan “Thessaloniki”’den
alan, Türk’ler için Ata ve Nazım Hikmet ile bilinen bir şehir. Yunanistan’ın
Atina’dan sonra ikinci büyük şehri. İstanbul’da olduğu gibi orada da Zenci
istilası olduğundan bahsettiler, doğrudur. Selanik’in İzmir’e çok benzediği
daima duyduğum bir şeydi fakat benim ortak gördüğüm tek tarafı ikisinin de
öğrenci şehri olması. İzmir’de öyle bir kale yok, sahil ise bambaşka.
Gece saatlerinde barların arasından geçerken gördüğümüz yoğun
kalabalık ise şehrin enerjinin yüksek olduğunu gösteriyor. Ayrıca barların gün
doğmadan önce kapanmadığından da bahsettiler. Neyse ki sokakta bu kadar çok
vakit geçirmek diğer dünya ülkelerine bulaşmadı çünkü Selanik için okuduğum
seyehat blogları ekonominin iflas noktasına geldiğini ve gençlerin kırsala geri
dönüş yaptıklarından bahsediyordu.
Sokaklarda dolaşırken adeta bir grafiti festivalinde gibi
hissediyorsunuz. Muhtemelen yerel yönetimlerin yasaklamadığı bu sokak sanatının,
şehre sanat anlamında güzel şeyler kattığını gördük. Hepsini izlemek de
keyifliydi.
Öğleden
sonra ise Kastra ismindeki Bizans kalesinin bulunduğu bölgeye tırmanıyoruz.
Burası şehri tepeden, panoromik olarak izleyebileceğiniz bir nokta.
Eğer
yaya olarak geziyorsanız, kaleye ulaşmak için birkaç kilometreyi tırmanmak
gerekiyor. Kale için herhangi bir giriş ücreti ödemiyorsunuz ve içerisi
bakımlı.
Dönüşte
ise Frape molası veriyoruz. Frape Yunan halkı için bizdeki çay ne ise o
demek. Yani öyle kafelerde falan
yapıldığını düşünmeyin her an herkesin elinde bir frape bardağı var. Çaycı
çırağı dediğimiz o adam, o döner tepside frape taşıyor. Dönünce yapmak için
tarifini öğrenmeye çalıştım fakat kreması ve sütü özel olduğu için Tr de
tutturmak pek kolay değil.
Kaleden
sahile doğru inince ise şehrin simgesi önümüze geldi. Beyaz kale. Osmanlı buralarda iken zindan olarak
kullanılıyormuş.
Sahil
boyunca ise kafeler uzanıp gidiyor. Çok çok süper bir durumu yok.
Her yer kurtarılmayı bekleyen t2,
Klasik Vespa, Mini’lerle dolu. İçim gitti hepsine.
İkinci
gece ise uzun zaman unutamayacağımız bir anı olacak bizim için. Taverna.
Ladadika denilen yer Selanik’in merkezindeki müzikli restoranların bulunduğu
bir bölge. Beyoğlu gibi. Bütün gün asgari nüfusla yaşayan şehir, akşam olunca
nereden geldiğini bilemediğimiz bir grup insanla doluveriyor. İskece’de de bunu
yaşamıştım. Gündüz saatlerinde terkedilmiş gibi gözüken şehir, gece olunca
genç, yaşlı, süslü püslü insanlarla doluveriyor. Eğlenmeye çok önem veriyor bu
insanlar.
Kadınlar
ve yemekler çok güzeldi. Kemancı ise Türkçe biliyormuş. Bizim için Türkçe
müzikler yaptı. Yunan ezgileriyle çaldıkları müziklerde çok keyifliydi.
Üç
arkadaşın doğum günüde Ağustos’a denk gelince, topluca aradan çıkardık.
Ve
sonunda Selanik’ten ayrılma vakti gelmişti. İyisiyle, kötüsüyle
unutamayacağımız şeyler yaşadık. Müstakbel balayı çiftimiz, Camper’in ufak
tefek sıkıntıları, dün geceki deniz
mahsülleri ve otelin açık büfesindeki statik tabak hesapları…
HALKİDİKİ
(CHALKİDİKİ)
Halkidiki
bölgesi Yunan halkının hafta sonları kaçış noktası gibi. İzmir’in Çeşme’si
yani. Bölge mızrağa benzer üç adadan oluşuyor. Solda ki Kassandra, Ortada ki
Sithonia ve en sağdaki Athos. Athos kutsal değeri olan ve genelde rahiplerin
yaşadığı bir bölge. Bizans, Osmanlı ve Yunan egemenlikleri boyunca bağımsız
yaşamış. Bence dünyada kadınların olmadığı tek yer olması en önemli özelliği:).
Biz
Sithonia yarım adasındaki Armenistis
Camping’i tercih ettik. Kamp alanı çok büyük olduğu için kayıt işlemlerinden
sonra bir motorsikletli görevli tercihleri tek tek gösteriyor ve birini seçerek
kayıt yaptırıyorsunuz.
Eksiği
olmayan fazlası olan bir kamp alanı daha. Çekme-moto karavan cenneti. Ama Yunan
halkında çekme karavancılık çok yerleşmiş bir alışkanlık. Hymer ve daha nicelerini ise daha çok Orta
Avrupa’dan gelen Turistler kullanıyor.
Dağ tepe yazlık yapmak yerine çekme karavanı brandayla büyütüp ormanlık
alanları saz gibi kullanmış adamlar. Bu
bizim ülkemize göre çok daha ileri bir kültür.
İlk
gün çadırlarımızı kuruyoruz ve denizin keyfini çıkartıyoruz. Gece plaj
sohbetleri, sabah sporu, emektar Türk kadınının yemek mücadelesi…
İkinci
gün ise İzmir’den 1200 km boyunca sabırla taşıdığımız gelinliklerle “Kaçak
Gelin” konseptini uyguluyoruz. Kadınların rasyonel çalışmayan beyin yapısı nedeniyle
henüz dibe vurmadık ama gelecek için hala umutluyuz. Tesadüfen orada tatil
yapan bir düğün fotoğrafçısı yükümüzü bir miktar azalttı. Teşekkürler Asteris Makris
Photography.
Çöp arabasına bile grafiti yapılır mı? Eğleniyor adamlar..
KANTINA. İstihbarat ajanı gibi her köşeden
çıkıveriyorlar. Yeter ki satış yapacak bir popülasyon olsun. Cem Yılmaz’lık
tam.
Genellikle yolun virajlı noktalarında olan bu
küçük kiliseler, orada daha önce vefat eden kişilerin anısına yaptırılıyormuş.
Bir çok yerde gördüğümüz kliselerin içerisinde ise bazen ölen kişinin
fotoğrafı, bazen de hayat hikayesi yazıyor.
Tatilin son günlerine doğru hava birden bozuyor
ve gökyüzü gri bulutlarla doluyor. Melankolik bir havaya bürünmeye hiç
niyetimiz yok. Kavala’da hava hala güneşli. Oba toplanıyor ve bir sonraki
adrese doğru yol almaya başlıyoruz.
KAVALA
Kavala Türk sınırına 150 km mesafede bulunan
Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerden biri. Herkesin bildiği gibi kurabiyesi ile
ünlüdür. Osmanlı döneminde idarenin en önemli merkezlerinden biri olan şehirde,
birçok Osmanlı eseri bulunuyor. Zaten Kavala mahallesinde dolaşırken
Cumalıkızık’da olduğu gibi Osmanlı mimarisiyle yapılmış ahşap evlere
rastlıyorsunuz.
Sahiller ise ouzo ve balık için ayrılmış
durumda. Menüler Türkçe.
Kavalalı Mehmet Paşa külliyesi şu an lüks bir
otel olarak kullanılıyor.
Sosyallik
bence budur..
Kavalalı
Mehmet Ali Paşa..
Kavala kurabiyesinin kilogramı 4 Euro gibiydi. Birkaç kilo aldım ama kalori bombası olduğu tadından belli olduğu için çok fazla yiyemedik.
Dostlarla
son Frape..
Çil gibi Vespa’lar..
Güneş
batmasıyla şehrin en güzel saatlerinin tadını çıkardık.
Ve
dönüş yolunun kasveti. Uzun bir tatil sonrası ayakların gitmek istememesi.
2250
km, 11 gün.
İlk
yurtdışı uzun yol tecrübem ve elli beygirin mutluluk için yetebileceği fikri.
Ümit
ediyorum, sonraki yıllar içinde dostlarımızla yan yana olacağız ve bu dandik
dünyanın keyif kısmıyla ilgileniyor olacağız.
Alev,Sercan,
Fatoş, Kadir, Şebnem, Ali, Ferhat.. Ağustos 2014.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder