Uzunca bir bekleyişin ardından Temmuz’un ilk haftası, nihayet
kuzey Trakya’yı keşfe başlayabildik. İstanbul’a yakın olması nedeniyle uzun
süredir planını yaptığım bu güzergah, bu yıl sıra ülkemizde olan 3.Vw Balkan
Bus Meeting’le birleşince tadından yenmez oldu. Arabaya envai çeşit kamp
malzemeyi yükleyip, portbagajı da doldurunca yola çıkmaya hazır hale geldik.
Masa, sandalye hamak vs bir sürü eşyayı alan portbagaj
denilen zımbırtının nasıl bir velinimet olduğunu henüz keşfetmiş bulundum.
Biraz geç oldu ama iyi oldu.
Tem’ e çıktıktan sonra Edirne istikametinde ilerlerken ilk
önce Çerkezköy, sonra Saray yönüne sapıyoruz.
Yolun büyük bir kısmında bize eşlik eden ayçiçeklerin arasından
geçerken bir ara güzelliğine dayanamayıp attık kendimizi tarlanın içine. Uzun yıllardır aklımın bir köşesini meşgul
eden ama çoğu zaman transit geçtiğim için çekmeye fırsat bulamadığım bu karenin
anavatanı meğer Trakya imiş.
KASTRO (ÇAMLIKÖY)
Ve İstanbul hareketinden iki saat sonra ilk durağımız Kastro’ya
varıyoruz. Kastro (Çamlıköy) denize dökülen nehrin beldeyi ikiye bölerek açtığı,
ufak bir sahil lokasyonu. “Doğasever halkımız” tarafından tüketilmiş bir yer
olmuş çoktan. Çok sayıda çadırın bulunduğu tesiste, ufak bir restoran, büfe
gibi imkanlar mevcut olmasına rağmen bakımsızlığı dillere destan durumda. Resmi
bir kurumun denetimi altında olsa da onlar da sonuç olarak burayı kazanmak için
hiçbir şey yapmamışlar. Tatilcilerin yaşadığı çadır alanına baktığım zaman ise
ilk aklıma gelen e5 trafiği oldu. Bir çadırlık alana bir düzüne insan
sığıvermiş! Çok mu zordur Çanakkale veya
Saroz yakınlarında bir yere gidip zipsiz bir tatil yapmak. Ekonomik olarak empati
yapsam da yine hedefi tutturamıyorum. Aklımdaki negatif soruların keyfimi
kaçırmasına engel olup, sahilde gezintiye başlıyoruz. Kamp alanı içerisinde biraz
gezindikten sonra aslında çok güzel bir yer olduğunu anlıyorsunuz. Arkanızda orman,
vadi içerisinden geçen nehir ve karşıda deniz manzarası. Mekanın bakir halini gözümde
canlandırmaya çalışıyorum.
Kastro çok ufak bir yer olduğu için nehir etrafında sohbet
edip biraz soluklandıktan sonra Kıyıköy’e doğru yola çıkıyoruz.
KIYIKÖY
Kıyıköy Trakya’nın en çekici sahil kasabası herhalde. Osmanlı döneminden kalma kalesi ve
eski Rum evlerinin görüntüsüyle diğerlerinden net şekilde ayrılan tarihi bir
havası var. Şile’ye çok benzettiğim bu yer herhalde şehre uzaklığı nedeniyle
biraz bakımsız durumda. Birçok sokağını dolaşmama rağmen tadilat görmüş eski
bir Rum evine bile rastlayamadım. Aslında yöre halkının gelişmişlikle orantılı
olan, gözlerindeki TL hırsı genellikle beni kızdırsa da, buna da asgari
seviyede ihtiyaç var sanırım.
Limanın üzerinden çektiğim bu panoroma, bölgenin en güzel
görüntüsünü sunuyor.
Kıyıköy’den çıktıktan sonra Saray- Vize hattını takip
etmekten vazgeçip, orman yolundan Demirciköy-İğneada’ya ulaşmaya karar verdik. Yaklaşık
iki saat süren bu rota da, kıvrılmaktan bir ara başımın döndüğünü hissettim.
Ünü dünyaya yayılmış Langoz ormanları sayesinde yeşil ve oksijene bu kadar
doyduğum başka bir zaman hatırlamıyorum.
Az önce bahsettiğim Langoz ormanları. İgneada’ya yaklaştıkça yavaş yavaş adrenalin seviyem
yükselmeye başladı bile.
Ve sonunda…
İĞNEADA
3. VWBALKAN BUS MEETİNG
8 Ülke, 19 Şehir, yaklaşık 220 araç (bus&beetle)
#balkanbusmeeting çok güzel güzeldi; doğa,
insan, börtü böcek, vosvos&bus ve yeni dostluklar..
Buluşma için emek veren, buluşmaya katılan ve
#direngezi ruhunu yaşayan,yaşatan tüm çapulculara eyvallah,bin selam..
"ve insanlar ellerini
korkmadan düşünmeden birbirlerinin ellerine
bırakarak,
yıldızlara bakarak : “Yaşamak ne güzel
şey!” diyecekler.."
Diye bahsetmiş bir arkadaşım. Kurulacak en güzel cümleler
bunlar sanırım.
Kamp alanına
girdiğim gibi Avd üyeleri kapıda karşılayıp yer gösterdiler. Enerjilerinin
nereden geldiğini bir türlü kavrayamadığım bu insanlar, olayı o kadar
sahiplenmişler ki, alandan ayrıldığım ana kadar bir kez kendi keyifleri için
vakit yarattıklarına şahit olmadım.
Ülkemizde neredeyse nesli tükenmiş olan bir T1. Eskiyi
gerçekten seviyorum.
Kamp esnasında en çok güldüğüm olaylardan biri kaplumbağacı arkadaşlarımızın
rahatsızlıklarıydı. Çadır, otomobil ikilisi arasında mekik dokuyan arkadaşlar
bir türlü rahat edecek yeri bulamadılar.
Eminim artık kafalarında bir minübüs projesi oluşmaya başladı.
Çadırda yaşamaktan isyan edip kendine bir minibüs almış ben,
onların araçlarının içine sığ(ama)ma,
çabalarını gördükçe gururlanıp, eskileri yad ettim.
Ve bu
da ilk görüşte aşık olduğum bir pre.
Henüz T2’nin gelişmesi için bir çok sırada bekleyen iş varken yeni
aşklara yelken açmamak en iyisi..
İlk etapta Yunanistan ve Bulgaristan’da yapılan Balkan Bus
buluşmaları bu yıl AVD üyelerinin öncülüğünde ülkemizde yapıldı. Organizasyon
için aylar önce çalışmaya başlayan arkadaşlar sayesinde mükemmele yakın bir
organizasyon oldu. Gelecek yıl Romanya’da gerçekleşecek buluşmaya katılmak için
herkes benim gibi can atıyor herhalde.
Bir
ara can sıkıntısına takıldığımız İkea oyuncağı.
İğneada
kamp alanına kurulduktan sonra şehir merkezinde bir tur atmak için düştük
yollara. Beldenin merkezi “Müjde BİM geldi” reklamlarıyla dolacak kadar küçük.
Sahilde biraz ilerledikten sonra daha önce notlarıma eklediğim Batı Karadenizin
ilk sınır fenerinin yolunu tuttuk. 1866 Fransız yapımı olan bu fener 2000
yılında gördüğü tadilatla teknolojiye ayak uydurmuş durumda.
Gittiğim
her yerde uğramadan geçemediğim fenerler, görüntü itibariyle hala bir ritüel olarak
resmi devlet daireleri tarafından bir köşede yaşatılıyor.
Kara parçalarının her zaman en ileride ve en
sivri noktalarında olan bu yapılar her şeyden önde olmanın verdiği cesaretle, insana
benzersiz bir görsel ziyafet yaşatıyor.
Ve kurulan yeni dostlukların ardından bir tatilin daha sonu
gelip, İstanbul yolları yavaş yavaş gözükmeye başlıyor. Pazar günü Kıtalar arası yüzme yarışması beni bekler..
Toplam 356 km. Temmuz 2013.
çok fena kıskandımmm.. hhhııısssss..
YanıtlaSil