17 Temmuz 2013 Çarşamba

Kıyıköy Kastro İğneada ve 3.Vw Balkan Bus Meeting...


Uzunca bir bekleyişin ardından Temmuz’un ilk haftası, nihayet kuzey Trakya’yı keşfe başlayabildik. İstanbul’a yakın olması nedeniyle uzun süredir planını yaptığım bu güzergah, bu yıl sıra ülkemizde olan 3.Vw Balkan Bus Meeting’le birleşince tadından yenmez oldu. Arabaya envai çeşit kamp malzemeyi yükleyip, portbagajı da doldurunca yola çıkmaya hazır hale geldik.


Masa, sandalye hamak vs bir sürü eşyayı alan portbagaj denilen zımbırtının nasıl bir velinimet olduğunu henüz keşfetmiş bulundum. Biraz geç oldu ama iyi oldu.

Tem’ e çıktıktan sonra Edirne istikametinde ilerlerken ilk önce Çerkezköy, sonra Saray yönüne sapıyoruz.


Yolun büyük bir kısmında bize eşlik eden ayçiçeklerin arasından geçerken bir ara güzelliğine dayanamayıp attık kendimizi tarlanın içine.  Uzun yıllardır aklımın bir köşesini meşgul eden ama çoğu zaman transit geçtiğim için çekmeye fırsat bulamadığım bu karenin anavatanı meğer Trakya imiş.
        
         KASTRO (ÇAMLIKÖY)


Ve İstanbul hareketinden iki saat sonra ilk durağımız Kastro’ya varıyoruz. Kastro (Çamlıköy) denize dökülen nehrin beldeyi ikiye bölerek açtığı, ufak bir sahil lokasyonu. “Doğasever halkımız” tarafından tüketilmiş bir yer olmuş çoktan. Çok sayıda çadırın bulunduğu tesiste, ufak bir restoran, büfe gibi imkanlar mevcut olmasına rağmen bakımsızlığı dillere destan durumda. Resmi bir kurumun denetimi altında olsa da onlar da sonuç olarak burayı kazanmak için hiçbir şey yapmamışlar. Tatilcilerin yaşadığı çadır alanına baktığım zaman ise ilk aklıma gelen e5 trafiği oldu. Bir çadırlık alana bir düzüne insan sığıvermiş!  Çok mu zordur Çanakkale veya Saroz yakınlarında bir yere gidip zipsiz bir tatil yapmak. Ekonomik olarak empati yapsam da yine hedefi tutturamıyorum.   Aklımdaki negatif soruların keyfimi kaçırmasına engel olup, sahilde gezintiye başlıyoruz. Kamp alanı içerisinde biraz gezindikten sonra aslında çok güzel bir yer olduğunu anlıyorsunuz. Arkanızda orman, vadi içerisinden geçen nehir ve karşıda deniz manzarası. Mekanın bakir halini gözümde canlandırmaya çalışıyorum.


Kastro çok ufak bir yer olduğu için nehir etrafında sohbet edip biraz soluklandıktan sonra Kıyıköy’e doğru yola çıkıyoruz.

     KIYIKÖY

Kıyıköy Trakya’nın en çekici sahil kasabası herhalde. Osmanlı döneminden kalma kalesi ve eski Rum evlerinin görüntüsüyle diğerlerinden net şekilde ayrılan tarihi bir havası var. Şile’ye çok benzettiğim bu yer herhalde şehre uzaklığı nedeniyle biraz bakımsız durumda. Birçok sokağını dolaşmama rağmen tadilat görmüş eski bir Rum evine bile rastlayamadım. Aslında yöre halkının gelişmişlikle orantılı olan, gözlerindeki TL hırsı genellikle beni kızdırsa da, buna da asgari seviyede ihtiyaç var sanırım.


Limanın üzerinden çektiğim bu panoroma, bölgenin en güzel görüntüsünü sunuyor.

Kıyıköy’den çıktıktan sonra Saray- Vize hattını takip etmekten vazgeçip, orman yolundan Demirciköy-İğneada’ya ulaşmaya karar verdik. Yaklaşık iki saat süren bu rota da, kıvrılmaktan bir ara başımın döndüğünü hissettim. Ünü dünyaya yayılmış Langoz ormanları sayesinde yeşil ve oksijene bu kadar doyduğum başka bir zaman hatırlamıyorum.


Az önce bahsettiğim Langoz ormanları. İgneada’ya yaklaştıkça yavaş yavaş adrenalin seviyem yükselmeye başladı bile.


Ve sonunda…

        İĞNEADA
    3. VWBALKAN BUS MEETİNG


8 Ülke, 19 Şehir, yaklaşık 220 araç (bus&beetle) 


#balkanbusmeeting çok güzel güzeldi; doğa, insan, börtü böcek, vosvos&bus ve yeni dostluklar.. 
Buluşma için emek veren, buluşmaya katılan ve #direngezi ruhunu yaşayan,yaşatan tüm çapulculara eyvallah,bin selam.. 

"ve insanlar ellerini
korkmadan düşünmeden birbirlerinin ellerine bırakarak,
yıldızlara bakarak :  “Yaşamak ne güzel şey!” diyecekler.."

Diye bahsetmiş bir arkadaşım. Kurulacak en güzel cümleler bunlar sanırım.


Kamp alanına girdiğim gibi Avd üyeleri kapıda karşılayıp yer gösterdiler. Enerjilerinin nereden geldiğini bir türlü kavrayamadığım bu insanlar, olayı o kadar sahiplenmişler ki, alandan ayrıldığım ana kadar bir kez kendi keyifleri için vakit yarattıklarına şahit olmadım.




Ülkemizde neredeyse nesli tükenmiş olan bir T1. Eskiyi gerçekten seviyorum.


Kamp esnasında en çok güldüğüm olaylardan biri kaplumbağacı arkadaşlarımızın rahatsızlıklarıydı. Çadır, otomobil ikilisi arasında mekik dokuyan arkadaşlar bir türlü rahat edecek yeri bulamadılar.  Eminim artık kafalarında bir minübüs projesi oluşmaya başladı.


Çadırda yaşamaktan isyan edip kendine bir minibüs almış ben, onların araçlarının içine sığ(ama)ma,  çabalarını gördükçe gururlanıp, eskileri yad ettim.


Ve bu da ilk görüşte aşık olduğum bir pre.  Henüz T2’nin gelişmesi için bir çok sırada bekleyen iş varken yeni aşklara yelken açmamak en iyisi..

İlk etapta Yunanistan ve Bulgaristan’da yapılan Balkan Bus buluşmaları bu yıl AVD üyelerinin öncülüğünde ülkemizde yapıldı. Organizasyon için aylar önce çalışmaya başlayan arkadaşlar sayesinde mükemmele yakın bir organizasyon oldu. Gelecek yıl Romanya’da gerçekleşecek buluşmaya katılmak için herkes benim gibi can atıyor herhalde.


Bir ara can sıkıntısına takıldığımız İkea oyuncağı.
İğneada kamp alanına kurulduktan sonra şehir merkezinde bir tur atmak için düştük yollara. Beldenin merkezi “Müjde BİM geldi” reklamlarıyla dolacak kadar küçük. Sahilde biraz ilerledikten sonra daha önce notlarıma eklediğim Batı Karadenizin ilk sınır fenerinin yolunu tuttuk. 1866 Fransız yapımı olan bu fener 2000 yılında gördüğü tadilatla teknolojiye ayak uydurmuş durumda.


Gittiğim her yerde uğramadan geçemediğim fenerler,  görüntü itibariyle hala bir ritüel olarak resmi devlet daireleri tarafından bir köşede yaşatılıyor.
 Kara parçalarının her zaman en ileride ve en sivri noktalarında olan bu yapılar her şeyden önde olmanın verdiği cesaretle, insana benzersiz bir görsel ziyafet  yaşatıyor.


Ve kurulan yeni dostlukların ardından bir tatilin daha sonu gelip, İstanbul yolları yavaş yavaş gözükmeye başlıyor. Pazar günü Kıtalar arası yüzme yarışması beni bekler..
Toplam 356 km. Temmuz 2013.